TÜRK HALK İNANCINDA DAĞ KÜLTÜ VE MİLLİ KİMLİĞİN OLUŞUMU
Doğa ile iç içe olmak, doğanın bir parçası olmak, yer, dağ, gök ve suya topluluklar tarafından kutsallık atfetmek, insan varlığının ilk evrelerine denk gelmektedir. Yeryüzünün dengesi ve göğün direği bilinen dağ kültü ise hemen hemen bütün kadim medeniyetlerde, kutsal kitaplarda ve inançlarda önemli ve özel bir yere sahip olmuş ve kutsiyetini her zaman korumuştur. Dolayısıyla doğal olarak, beraberinde birçok efsane, destan ve halk inancını günümüze kadar getirmiştir. Türk mitolojisinin en önemli motiflerinden olan dağ, birçok kahramanlık destanlarına konu olmakla beraber insanlar tarafından her zaman saygı ile anılmıştır.
Orta Asya Türkleri dağlara Tanrı ismini vermeleri ve dağların bir ruha sahip olma inancı aslında bu algıyı belli ediyor ki Türkler, dağ motifini bir Tanrı olarak değil, dağı Tanrının evi ve yüksekliğinden dolayı Gök Tanrıya en yakın mekân olarak kabul etmişlerdir. Peygamberler ve kutsal kişilerin hayat hikâyelerine baktığımızda, dağ kültü belirgin bir şekilde kendini göstermektedir. Örneğin; Tanrı Tarafından Musa Peygambere 10 emir, Sina Dağı’nda vahiy olmuş, Mani Peygamber aydınlığına İran adlanan ülkenin Erdebil eyaletinin Savalan dağlarında kavuşmuştur. Yunan mitolojisinde Olimpos Dağı Tanrı Zeus’un evidir.
Gök Türkler ’de kağan tahta çıkmadan önce yüksek bir dağa çıkartılır ve orada Tanrı tarafından kutsanırdı. Orhun Yazıtlarına göre; Kağan ve Katun tahta çıkmadan önce Gök Tanrı tarafından saçlarından tutulup göğe yükseldikten sonra kut veriliyordu. Hunların kutsal dağlarından bazılarında antlaşmalar imzalanırdı. “Çinlilerle yapılan antlaşmalar Hun Dağı denilen bir dağın tepesinde kurbanlar kesilerek ve ant içilmek suretiyle teyit edilmekteydi.” Gök Tanrının kutsal kurban mekânları olan dağlar Hun Tanrı, Büyük Ata, Kutsal, Iduk Art, Kut Tag gibi adlarla anılır.
Temelinde kutsallık taşıyan ihtişamlı dağlar, tarih boyunca insanlar tarafından saygı ile karşılanıp üzerine kaleler yapan birçok hükümdarın yerleşik mekânı olmuştur. Tebriz’in Keleyber bölgesinde yer alan Babek Kalesi, Hazar Denizinin güney tarafında Gazvin şehri sınırları içerisinde yer alan Alamut Kalesi bu kaleler kategorisine girmektedir. Yeryüzünde, somut olarak bilinen ve kutsal olarak kabul edilen dağlar dışında bir de ütopya olan dağlar var. Türk ve İran edebiyatında çok adı geçen Kaf Dağı ve Zümrüt Dağları bu dağlardandır. “Kaf Dağı” Ön Asya mitolojisinin en önemli motifidir. Kaf Dağı hakkında rivayetler pek çoktur fakat en köklü mitolojik kaynaklara göre Kaf Dağı, “Dünyayı çeviren büyük bir silsile” idi. Efsanelerde oraya ulaşmak için yedi dipsiz vadiyi geçmek gerekiyor, etekleri bulutların üstündedir. Dede Korkut hikayelerine ve Oğuz Han destanına konu olan Tepegöz gibi devler ve perilerin yuvasıdır. Kendi küllerinden doğan Zümrüdüanka kuşu Kaf Dağının zirvesinde yaşamaktadır. Görüldüğü gibi, görkem ve gizemiyle birçok masal, efsane ve destana konu olmuş ‘’KAFDAĞI’’ günümüze kadar sineden sineye aktarılarak varlığını sürdürmüştür.
Türk Dünyasının ortak kahramanlık destanı olan Köroğlu Destanını incelediğimiz zaman yine ‘’ÇENLİ BEL’’ adında bir dağ motifi karşımıza çıkmaktadır. “Çenli Bel’’ Türk mitolojisinde Dağ Tanrıçası kabul edilen Cembil (Çembil) adından gelmektedir. Aslına baktığımızda Köroğlu’yu koruyan nesne bir Dağ Tanrıçası imiş ama zaman içerisinde bir yer adına dönüşmüştür. Tarihi olaylara baktığımız zaman birçok ayaklanmanın dağlardan başladığını görebiliyoruz. Dağların vasfında şiir söyleme, övgü ve milli kahramanlık özelliklerini dağlara atfetmek Türk edebiyatında oldukça çoktur. Buna en güzel örnek ise Mehemmed Hüseyin ŞEHRİYÂR’ın Sehendiye manzumesidir. Şairin Sehend Dağı için yazdığı şiir öyle derin duygular, doğa sevgisi ve manevi güç barındırıyor ki kimsenin şiiri okuyup da kendinde yücelik hissetmemesi mümkün değil. Sehendiye şiirinin bir kısmı ise şöyledir:
‘’Şah dağım, çal papağım, el dayağım, şanlı Sehend’im,
Başı Dumanlı Sehend’im, başı Tufanlı Sehend’im
Başda Heyder Baba tek garla, gırovla garışıpsan
Son ipek telli buludlarla ufugda sarışıpsan
Savaşırken barışıpsan
Göyden ilham alalı sirri semâvata deyersen
Hele ağ kürkü bürün, yazda yaşıl don da geyersen
Goradan halva yeyersen’’
Güney Azerbaycan Türkleri arasında hâlâ dağ inancı devam etmektedir. Dağların bir direniş simgesine dönüşmesi halkı bir araya toplamakta büyük bir etkendir. Örneğin; 22 Mayıs 2006 tarihinde İran Gazetesi tarafından Güney Azerbaycan Türk halkına karşı yapılan ihanet sonucu Türkleri hamam böceğine benzetmişlerdir. Bu nedenle Azerbaycan’ın hemen hemen bütün şehirlerinde büyük bir ayaklanma gerçekleşti. Bu ayaklanmanın esas temellerini incelediğimiz zaman yine bir dağ motifi ile karşı karşıya kalıyoruz. Şöyle ki yıllar öncesinden İran’da yaşayan Azerbaycan Türkleri; Tebriz, Urmiye, Salmas, Hoy, Maku ve Erdebil gibi Türk bölgelerinde toplanıp Babek Kalesi’nde Türk Kurultayları yaparak Azerbaycan’ın millî kahramanı olan Babek Horremdin’in doğum gününü kutluyorlardı. Bu kurultayları her sene Türkler, adeta bir şölen havasında kutlayıp, tüm güçlerini dağların ihtişam ve görkeminden alarak birlik ve beraberlik ruhu içerisinde milli şuura erişmiş bir hâlde, millî duygu ve vatan sevgilerini özgürlük mücadelesiyle harmanlıyorlar. Güney Azerbaycan’ın her yerinde dağlara gitmek şiir, müzik ve marşların söyleyişiyle birliktedir. Dağ kültünü hâlâ bir koruyucu ruh gibi gören bu insanlar, çok eski inançlardan yola çıkarak tıpkı ataları gibi dağ ve tepelere saygı duyup, büyük bir umutla aydın bir geleceğe doğru emin adımlarını atıyorlar.
Sonuç olarak geçmişten günümüze kadar dağ gibi motifler bir inanç çerçevesinde farklı bir şekil alarak, birçok milletin kimlik oluşumunda da önemli rol almıştır. Çünkü dağlar bir kült olmaktan ziyade insanların bir araya gelip fikir alışverişi içerisinde bulunmaları açısından her zaman yüce mekânlar olmuştur.
Türnaz ALTINSOY