Ortaçağ Avrupası’nda bilge kadının katledilişi ve cadı avı
Cadı avı bir Batı Avrupa fenomeni olarak karışımıza çıkar ve cadılık, şeytanla işbirliği yapan, ruhunu şeytana satarak doğa üstü yetenekler elde eden kadınlar üzerinden kurgulanmış bir algıdır. Cadılığa dair inanç, antik çağlara kadar dayandırılabilir.
Kilisenin eliyle kurulan ve dini bir yargılama sistemi olan engizisyon mahkemeleri, yüzyıllarca insanlar üzerinde işkenceye dayalı yöntemler kullanmıştır. Mahkeme, kadın-erkek tüm heretiklerin öldürülmesine karar vermesinin dışında, Kathar öğretisinin en güçlü yanını oluşturan ve tüm kadınların o dönemde sempatisini kazanan eşitlik durumunu ortadan kaldırmaya yönelik cadı suçlamasını bir saldırı biçiminde hazırladı. Fakat ortaçağda cadı mahkemelerinin yarısının Fransa-Almanya-İtalya arasındaki altın üçgende gerçekleştiği söylenebilir. Bu altın üçgen Strasbourg çevresindeki 300 mil yarı çaplı alanı kapsar.
İlk kadın yakılması eyleminin, Engizisyon’un emriyle 1180 yılında Toulouse kentinde gerçekleştiği bilinmektedir. O yıllarda öldürülen kadın sayısı binlerle ifade edilmektedir. Lois Martin’e göre, Katolik Kilisesi Katharlar’daki “Kadın Ana” (Ma) kültürünü –anaerkil bir toplumsal yapı olması sebebiyle– karşıtı olarak görmesi, onu paniğe sevk etti. (2009) Cadı avı pratiği bu şekilde başladı ve kilise cadı arayışına hep şeytanla işbirliği suçlamasıyla devam etti. Aslında kilisenin aradığı heretik inanç sahibi insanlardı. Bilge kadın kültünün yarattığı korku, bilinçaltlarına o kadar yerleşmişti ki, heretik bir inancın ortaya çıkmasını kadın bilgelerin ortaya çıkmasıyla anlayabileceklerini düşündüler. Yani cadı avı, Hıristiyan kültürünün egemen kıldığı erkek egemen toplum düzenine uymayan insanların ve kültürlerin ortadan kaldırılması hareketinin belirgin bir görüntüsünden başka bir şey değildir. (Martin, 2009)
Aslında Erken Ortaçağ Avrupası’nda büyücülere ve sihir işlerine gündelik hayatın bir parçası olarak hoşgörüyle yaklaşılmıştır. Hatta bilinir ki, ortaçağ dünyasında her kültür kendi cadısına ve büyücüsüne sahipti ve her kültürde bunlara imrenilir, aynı zamanda bunlardan korkulurdu. Büyünün sebep olduğu ölüm ya da yaralamaya dair yasalar vardır fakat soruşturmalar pek yaygın değildir. Geç ortaçağ ve erken modern dönemle birlikte cadılığın bir şekilde yeni ve farklı bir anlam kazandığı görülür. Bunun sebebini de yine kilisenin ürettiği paranoyada bulabiliriz.
Tarihsel olarak cadılığın ve onlara karşı geliştirilen avcılığın gelişmesine bakarsak eğer, 1000 ile 1400 yılları arasında işgalci Müslüman ordularının tehdidi ve doğu Ortodoks Kilisesi ile yaşanan ayrılmanın etkilerini görebiliriz. Hemen akabinde heretikliğin yükselişe geçişi ve Kara Ölüm’ün oldukça yıkım yaratması da gelişmeler arasında sayılabilir. Bunlar, Avrupa’da birçok alanda radikal değişikliklerin olacağına dair bir kuşatılmışlık hissi yaratmıştır. Komplo teorileri, iç düşmanlar ve şeytana duyulan korku erken modern döneme kadar taşındı ve büyütüldü.
Cadı şeytanla bir sözleşme imzalar ve genellikle kimi yabanıl ve kuytu yerlerde ya da mağaralarda gerçekleşen “Sabbat” adıyla bilinen gece ayinlerinde ona ibadet eder. Mistik bağlamda söylenirse eğer, cadı bir süpürgeyle Sabbat’a uçar ve orada şeytana sadakat yemini edip iblislere dua eder. Vaftiz edilmemiş çocukların elinden yapılmış dehşet verici yemekler hazırlar. Işıkları söndürür ve en yakında kim varsa onunla cinsel ilişkiye girer.
Şeytanla sözleşmenin temelinde, şeytanın cömert bir ruha sahip olmamasından kaynaklanan karşılıksız bir şey yapmayacağı fikri vardır. Bu sözleşme kavramı cadılığı heretiklerle ilişkilendirmek için kullanılır. Şeytan’ın ortaçağdaki fiziksel tasvirinin İncil’deki şeytanla benzerliği oldukça az olmakla birlikte, Hıristiyan din adamlarının dışladığı eski Avrupalı pagan tanrılarıyla benzerliği oldukça fazladır. Örneğin, “Siyah giysiler giymiş bir adam” tasviri paganlığa aittir. Aynı zamanda buna ek olarak, tasvirlerde, Pers Zerdüşt dininin de düalist etkisi de hissedilir.
Peder Urbain Grandier’in 1634 yılındaki Loudun mahkemesi Avrupa cadılık tarihin en önemli duruşmalarındandır. Hatta belki de Şeytanla yapılmış sözde sözleşmeye dair kaydedilmiş en meşhur davadır.
Sabbat ise 1486 yılında, cadı avı el kitabı olarak da bilinen Malleus Maleficarum’da açıkça anlatılır. Klasik Sabbat’ın en temel özelliği geceleyin ve gizli yapılmasıdır. Cadılar, Şeytan’a bağlılıklarını bildirmek için toplanırlar, İsa’yı inkar ederler, sözleşmeler yaparlar ve ardından haz dolu ve müstehcen insanlık dışı davranışlar sergilerler. Bu insan dışı davranışlar çocuk kurban etme, yamyamlık, grup seks, ahlaksız cinsel ilişkiler olabilir. Hatta kimi tasvirlerde Katolik ayinlerle dalga geçildiği ve Haç’a hakaret edildiği de belirtilir.
Cadıların Sabbat’a uçarak gittiklerine dair oluşan genel kanı, köklerini gece gezintisi ya da vahşi av olarak bilinen Pagan geleneğinden almaktadır ve aslında Pagan tanrıça Diana ile onun yerel benzerlerinin klasik cadı prototipini nasıl etkilediği konusunda en güçlü göstergelerden biridir. Öte yandan, bu prototipin oluşumunda geceleri gökyüzünde dolaştıklarına ve insanların kanını emdiklerine inanılan baykuş görünümlü iblis kadınlar olan kan emici striga ya da Lamialar gibi pagan efsanelerinin de etkisi vardır. Bu inançlar, büyük oradan bebek katili iblisler Lilith ve Lamia efsanelerinden beslenmiştir.
Dönemin hâkim kadın imgesinin biçimlendirdiği cadı avına dair değerlendirme
Çatı bir çerçeve çizmek gerekirse, cadı avı kültünden, Kıta Avrupası’nda, 13’üncü ve 17’inci yüzyılları arasında özellikle Katolikliğe özgü bir fenomen olarak bahsediyoruz. Cadı aslında tam anlamıyla bir büyücü değildir. Kast edilen, kadının döneme özgü yeteneklerine paralel olarak atfedilen unsurlarla şekillenen bir cadıdır. Bu sebeple de cadı avının kurbanı olan kişiler genellikle ebelikle ya da otlarla uğraşan, çirkin ve yalnız yaşayan, yaşlı ya da dul kadınlardan oluşuyordu. Yukarıda da değinildiği gibi bu kadınlar şeytanla işbirliği yapmak ve Sabbat’ta bir araya gelerek “sapkın ve korkunç” ayinler yapmakla suçlanırdı. Haydar Akın’ın da değindiği gibi cadı kazanında -ebelik figürüne atfen- yeni öldürülen çocuklar kaynatılır ve cadı kremi hazırlanırdı. Bu krem de gece yolculuklarında görünmezliği sağlayan bir işleve sahiptir.
Kilisenin cadı avlarına başlamasının ilk sebebi olarak, Katharlar, Bogomiller gibi farklı mezheplerin Hıristiyanlığın aksine bir kadın motifi çizmesi söylenebilir. Bu kadın motifi yukarıda da belirtildiği üzere Hıristiyan ataerkilliğinin tam karşısında duran anaerkil toplum düzenine yakındır.
İkincisi, o dönemde kadın bedeninin anlaşılmazlığı büyük ölçüde bir korku yaratmaktaydı. Kadının doğasına dair vurgular da genellikle onun dirençsizliği üzerinde kurgulanmıştı. Bu dirençsizlik de kadınların, Şeytan’a karşı koyamamasına sebep olabilirdi. Öte yandan, cadılık ve cadılar doğaya yönelik eylemlerde bulunurlardı. Bunlara örnek olarak otlarla yapılan çeşitli büyüler ya da ebe vasfıyla doğum yaptırmak verilebilir. Doğum, yani yaşam ve ölüm arasındaki bağı elinde bulundurmak ve otlarla yapılan iksirlerle hastalıklara ya da olaylara müdahale etmek, Kilise’nin, elbette hoşuna gitmeyecek şeylerdi. Kilise’nin -pejoratif bir anlam yükleyerek- Pagan olarak nitelendirdiği ve haz etmediği Antik Yunan’a -doğaya, doğal olana- geri dönüşünün de bu durumu tetiklediği söylenebilir.
Son olarak, cadıların çoğunluğunun kadın olduğu bilinmekle birlikte aralarında erkeklerin de yer aldığı da bilinmektedir. Üzerinde biraz düşünürsek, yaşlı ya da dul kadınların toplumdan dışlanması muhtemeldir ve bunların denetlenemeyen insanlar oldukları çok açıktır. Kadınların yanı sıra suçlamalara taraf olan erkekler de Kilise’nin denetleyemediği bazı özelliklere sahiptir demek çok da hatalı olmaz. Bu özelliklere eşcinsellik ya da dinsizlik örnek olarak verilebilir.
Cadı, ilk günahı işlemekle suçlanan Havva’nın günahının bedelini ödemekle yükümlüdür. Hıristiyanlıkta kadın imgesi fahişe Havva ve bakire/kutsal Meryem kıskacında oluşmuştur. Bu sebepledir ki, kadınlar ancak dini hayatta kendilerine yer bulabilmişlerdir. Bulabildikleri kısır alanda okuma yazma öğrenebilmiş, bilgi edinebilmiştir. Rahibeliğin karşısında ise yine ona denk sayılabilecek türden bilgeliği temsil eden cadı kadın motifi yer alır.
Dünyanın erkek egemen tarihinin Avrupa’da belirmiş bir öznesi olarak Ortaçağ Kilisesi, kadınlar üzerindeki iktidar savaşının mirasçısı olmaktan başka bir özelliğe sahip değildir. Bu iktidar kurma çabası, her dönemde olduğu gibi ortaçağda da birçok şekilde karşımıza çıkmaktadır. Cadı avı bunun bir örneğidir. Oldukça acımasız işkencelerle “suçlarını” itiraf etmeye zorlanan kadınlar, bu işkencelerin sonunda da yakılarak öldürülmüştür. Binlerce kadının Kilise eliyle, Engizisyon’da suçlamalar sebebiyle katli, iktidar arzusunun ve farklılıklara tahammülsüzlüğün bir yansımasıdır.
Kaynakça
Ortaçağda Kadın, Altan Çetin, Lotus Yayınevi, 2011,
Kitap içinde bölüm: Ortaçağ Avrupasında Kadın, Özlem Genç, 2011
Cadılığın Tarihi Ortaçağ’da Bilge Kadının Katli, Lois Martin, Çev. Barış Baysal, Kalkedon Yayınevi, 2009
Özel Hayatın Tarihi, Cilt 2, Feodal Avrupa’dan Rönesansa, Philippe Aries, Georges Duby, Çev. Roza Hakmen, YKY, 2006
Antik Çağlardan Günümüze Evli Kadının Tarihi, Marilyn Yalom, Çev. Zeynep Yelçe & Neşenur Domaniç, Çitlembik Yayınları, 2002
Kadınların Tarihi, Cilt 2, Ortaçağ’ın Sessizliği, Georges Duby & Michelle Perrot, Çev. Ahmet Fethi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2005
Politikanın Çağrısı, Fatmagül Berktay, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2012
Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, Fatmagül Berktay, Metis Yayınları, 2009
Politika, Aristoteles, Remzi Kitabevi, 2012
Dünya Tarihi, Cilt 1, J.M. Roberts, İnkılap Kitabevi, 2011
Sokrates’ten Jakobenlere Batı’da Siyasal Düşünceler, Mehmet Ali Ağaoğulları, İletişim Yayınları, 2014
Haydar Akın, Ortaçağ Avrupası’nda Cadılar ve Cadı Avı, Phoneix Yayınları, 2015